Yaşam

Praksis Ferman-Derman’dan yeni albüm: Bu dünyayı değiştirmek için bir aynaya ve bir çekice ihtiyacımız var

İZMİR – Praksis uğraş alanlarında müziğiyle bizlere eşlik eden bir gruptur. Gezi Direnişi günlerinden hatırlayacağımız grup, 11. yılını yeni bir albümle kutluyor. Son albümü ‘Ferman-Derman’ geçen ay yayınlandı. Şarkılarında her zaman toplumsal mücadelelerin sesi olan grup, bu albümde Kürtçe şarkılara da yer verdi.

Elbette 11 yıl kısa bir süre değil, özellikle Türkiye’nin son 11 yılı kısa bir süre değil. Tüm bu süre zarfında Praksis Müzik Grubu ile ‘Ferman-Derman’daki şarkıların hikayelerini ve geride bıraktığımız dönemin tanıklıklarını konuştuk.

Son albümden başlayalım. “Bahar geliyor. Gözümüzden yaşlar akıyor ve uzun süre de kalacak belli ama öfkemiz de coşkumuz da en az hüznümüz kadar güçlü” sözleriyle albümü duyurdunuz. Ferman Derman nasıl seyahat etti?

Bir yandan depremin yaralarını sarmak, İzmir’e gelenlere eşya bulmak, konut bulmak, bölgeye gönderilecek erzakları toplamak, nakletmek ile ilgili dayanışma çalışmalarını omuzladık. Ama öte yandan sözün bu dönemde söylenmeye devam etmesi gerektiği de aşikar. Ne de olsa sömürücüleri ve felaketi felakete çevirenleri deşifre etme ve çarelerimizi ortaya çıkarma çabamızda en iyi aracımız müziğimiz. Bu üretim süreci bizi moral motivasyon açısından ayakta tuttu. Bugüne kadar hep kullandığımız sözümüzü en iyi bildiğimiz şeyle, müzikle dile getirdik.

Ortaya çıkan müziği tekrar tekrar çalarak düzenledik, ardından müziği 20-25 kişilik gruplara çalıp fikirler aldık. Bu fikirlerin etkisiyle müzik son şeklini almıştır.

‘İletişim kurmadığımız dillerde beste yapmak özgün hissettirmiyor’

Tek tek müziklerle devam edeceğiz ama dikkat çeken bir şey var ki bu albüm aynı zamanda Praksis’in ilk ‘çok dilli’ albümü. Bu açıdan albümün hikayesi nedir?

Aslında hiçbir zaman ‘çok dilli albüm yapma’ gibi bir hedefimiz olmadı. Yani ‘tüm dillerde şarkı yapalım’ gibi dil indirgemeci bir yaklaşım gerçekçi gelmiyor, ‘çokkültürlülük’ sorunu üzerinden hiçbir bağlantımız olmayan toplulukların dilinde müzik bestelemek gerçekçi gelmiyor.

Cümle de olsa daha önce müziğimizde kullandığımız Kürtçe sözler var. 2013 yılında çıkardığımız ‘Sokaklarda İsyan Var’ albümünde tam adını taşıyan Sokaklar İsyan Var (Li Ku Çeyan Serhildan)(1) adlı müzik o dönemi yansıtan bir müzikti: Türkler ve Kürtler yan yanaydı. sokaklarda ve geniş kitleler halinde güçlü bir direniş gösteriyorduk. Bu müzik hem Seyahat’e hem de Kürt özgürlük hareketimize bir selamdı. Yine Kobane sürecinde sadece Kürtçe koroyla Biji Berxwedan(2) adlı bir şarkı yazdık.

Bu albümde bu sayının konularının bizim kolektif sistemimiz içinde oluşması, yani “Kürtçe şarkılarla sözümüzü söyleyelim” diyenlerin olması burayı ön plana çıkardı.

‘KÜRT SORUNU ÜZERİNE BİR ŞARKI KÜRTÇE OLMAK ZORUNDA DEĞİLDİR’

Peki, bu temas çabası işe yarıyor mu? Mesela bu müzikler Kürt halkıyla buluşabilir mi?

Praksis ilk konserini Amed Müzik Festivali’nde verdi. Hatta bununla ilgili ilginç bir anımız var. Gittiğimizde sahnenin arkasındaki pankartta ‘Praksis’ yazıyor ve bir de fotoğraf var. Fotoğraftaki kişilerin biz olmadığımızı gördük. “Nasıl oluyor bu fotoğraftakiler biz değiliz” dedik ve organizasyon komitesindekiler “Praksis yazdık, bu fotoğraf internette çıktı. İndirip pankarta koyduk. ” Böylece anladık ki bizden önce kurulmuş bir Praxis daha var ve şu anda iki Praxis kümesi var. Sonra ‘Benlik’ Praksis’e ulaştık. “Aynı ismi vermişiz, olur mu?” dedik. “Sorun değil, herkesin kendi Praksis’i var” dediler. Bir süre sonra çatışmalar başladı ve dayanışma gösterip “İyi gidiyorsun, adını değiştireceğiz, sen Praksis adıyla devam et” diyerek bize iyilik yaptılar. Praksis bu tür bir dayanışma ile başladı. Köklerimiz Amed Müzik Festivali’ne dokundu.

Biz her zaman Kürt diliyle, Kürt özgürlük mücadelesiyle ilgiliyiz; Biz bu çabayı görüyor ve biliyoruz, meşru buluyoruz. Bu nedenle, bu arayışla temas kurabilecek çok fazla müziğimiz var. Bizim için yapacağımız müziğin dili birincil belirleyici değildir. Kürt sorunu için şarkı Kürtçe mi söylenir? hayır diye düşünüyoruz İlk soru buydu. İkinci soru ise “Kürtçe ne diyorsunuz?” soru. Yani Kürtçe müzik yapıp kavun, karpuz anlatmakla sınırlı bir içeriğe ikna olmamız mümkün değil.

Kürt müziğinde ne anlatacağız? Eşitliği, özgürlüğü, adaleti konuşacağız. Toplumsal cinsiyet rollerinin tasfiyesini tasavvur edeceğiz. Size zulmü nasıl kıracağınızı anlatacağız, değil mi? Eşit ve özgür bir dünya için çabalayan insanları, devrimcileri anlatacağız. Bunlar bizim dertlerimiz, mevzularımız ve vesile için müziğimiz; bunların şimdilik türkçe ve kürtçe versiyonları.

Şimdi albümde Türkçe ve Kürtçe var ama geçen yıl Temmuz Kültür Sanat Festivali’nde yine bu coğrafyada karşılaştığımız gibi Arap halkının da sömürüye ve asimilasyona karşı bir çabası var. O emeğin sözünü muhtemelen taşıyacağız ama şu an kolektifimizde bir konu yok. Olduğu zaman devreye girecek. Temaslarımız enternasyonalist bir nitelik kazandığında, oraya gideceğimizi bilerek, oradaki çabayı destekleyerek muhtemelen o dillerde müzik yapacağız. Ancak simgesel/gösterişçi düzeydeki çoğulluklar bizi sol-liberal kanallara yönlendiriyor, burada net bir ayrım yapmamız gerekiyor.

Bu arada kolektifimiz bünyesinde Kürtçe müzik yapan bir grup kurmak gibi uzun vadeli bir planımız var. Bu Kürtçe müziği konserlerde çalabilmek, müzik ve prodüksiyon belli bir sayıya ulaşana kadar insanlara dinletebilmek niyetiyle Praksis albümünü aldık.

‘ULUS DEVLETLERLE UZLAŞMANIN SINIRLARINDA ÖLÜYORUZ’

Albümde ilk sırada ‘Sînor’ yer alıyor. Bu müzik bize ne anlatıyor?

‘Sînor’ bir sınır müziğidir. Geçenlerde Midilli’de Binio(3)’den arkadaşlarla konuştuğumuz gibi, bu toprakların en ciddi sorunlarından biri ‘sınır’ sorunu. Ulus devletlerin mutabakatının sınırlarında ölüyoruz… Roboski geliyor akla. Tekneyle Avrupa’ya gitmeye çalışan insanlar bu topraklardan geliyor. Ya da bu çaba sırasında ‘geri itme’ politikalarıyla, ayak basmadan yepyeni bir cephe çizilir.

Sînor’un müziği, “Arkadaşınızın uçurtması sınırda kaldı. Cesedi orada kaldı ama umutları sınırı aştı” sözleriyle aslında tüm sınırları anlatıyor.

Peki müziğin sözlerinin arkasında kim var?

Genelde toplu yazarız. Alışılmış olan, birisinin malzemeyi getirmesidir. Bazen bir kişi, bazen birkaç kişi. Bazen o malzemeye hiç dokunulmaz, bazen sıfırdan yaratılır. Katkılar kolektifimizin içinden ve dışından gelir. Müzik bu ruhla yaratılır. Bu nedenle müzik yapımcıları o ilk fikri ortaya atanlar değil, bizim emeğimiz, kolektifimizdir.

‘ÖZGÜR SEVGİ HALİ’

O halde diğer müziklere geçelim. Kürt edebiyatının nadide isimlerinden Şêrko Bêkes’i ‘Azadî’ adlı müziğin sözlerinde gördüğümüzü sanıyorum?

Evet Şêrko Bêkes’in şiirleri ‘Azadî’ ve ‘Eger’ müziğinin sözlerinde yer alıyor. Son dönemde onu okuduk, üzerine eğildik. Azadî’de şair çevresindekilere, ağaca, toprağa ve suya kulak verir. Bunların hepsi aşktan bahsediyor. Sonrasında Aşk’ı dinlediğinde ise aldığı cevap özgürlüktür: “Aşkın özgürlük hali”.

Şair, Eger’de şiirini bir mevsime benzetir: “Gülden gülü çıkarırsan bir mevsim ölür, yarısını çıkarırsan iki mevsim ölür, ekmeğini çıkarırsan üç mevsim ölür. özgürlüğü kaldırırsan bütün bir yılım ölür, ben de kendim ölürüm…”

Bu şiirlerin seçilmesindeki temel, toplumsal çabayla bağlantılı olmaları ve kurdukları imgelerle dünyamızı genişletip tazelemeleridir.

‘KAYIT TEKNİĞİ BUGÜN HAYATIMIZDAN DOKUZLAR ÇIKARMALIDIR’

Albümü yaparken Praksis olarak neler öğrendiniz? ‘Ferman Derman’ size neler kattı?

Albümde öncelikle ofansif kanal kayıt tekniğini kullandık. Bu değerlidir. Normalde stüdyoda diğer zaman ve mekanlarda tek tek çalınır ve söylenir. Yanlış oynanırsa hızlıca durdurulur, müdahale edilir, düzeltilir ve sonunda birleştirilir.

Bu albüm için prova odasında oturduk ve o anı çaldık. Böylece müzik canlılığını ve canlılığını korumuş, doğallığını korumuştur. Bir bakıma ‘steril’ olmasını engelledi. Piyasanın empoze ettiği ve o kulaklığı taktığınızda hissettiğiniz modelin ‘kirliliğini’ ve ‘doğallığını’ koruyan bir hareket kanalı kayıt tekniğini tercih ettik. Bu hepimiz için çok öğretici oldu.

Önceki kayıtlar da bir hamle kaydı değil miydi?

Single kayıtlarda move channel tekniğini kullandık ama kayıtları daha çok stüdyoda kanal olarak yaptık. Bu albümle birlikte gerçekten yeni bir kayıt deneme formatına geçtik. ‘Zaman ve mekanın işbirliğine’ dayanır. Bir başkası zaman ve mekan israfı yapıyordu, bu müzisyeni aslında kendi üretimine yabancılaştıran bir form: On gün önce biri gitar çaldı, on gün sonra başka bir şehirde birileri davul çaldı, birleştiriyorsunuz ve müzik oluyor. Bu, müzik, performans ve müzikal performansın zaman ve mekan bağlamından kopuk olduğu anlamına gelir. Kültür endüstrisinin hilesi budur. Ayrıca steril sonuçlar elde etmek için yapılır. Ancak müziğimizde anlattığımız şey, bu kadar cilalı ‘mükemmellikler’ ile donatılmış ‘ideal’ bir dünya değil; Bilakis bugünün hayatından yarını inşa etme çabası olduğu için içinde bulunduğumuz hayattan ve kurmak istediğimiz dünyadan bazı çekirdekler taşıması gerekir. Bunların da teknik çekirdekler olması gerekir. Bu tür bir fikri müziğe sokmak için en az bir adım attık.

KAZIM KOYUNCU’NUN NEWROZ SELAMLAMASI: ‘BUGÜN BARIŞ SAVAŞI’

Albümde dikkat çeken bir diğer parça ise ‘Deniz Çocuklarından Dağların Çocuklarına’. Bu sözler bize Kazım Koyuncu’yu hatırlatıyor. Bu açıdan sözler sizin için ne ifade ediyor?

Bu müzik temelde Newroz için yapılmış Türk müziğidir. Nevruz denilince bazen yalnız bir gün, bahara geçiş, ateşin üzerinden atlama gibi şeyler kastedilir. Ancak bizim için, özellikle Kürtler ve devrimciler için Newroz’un daha çok ‘w’ ile yazıldığı tarafta bir anlamı var. Çünkü burada ateşin üzerinden atlamak, Prometheus’un zalimlere karşı mücadelenin simgesi olan ‘ateşi çalmak’ imgesiyle neredeyse eşdeğerdir. Orada yapılan her dans, açılan her afiş, atılan her slogan, söylenen her müzik bu çabanın güçlü bir modülü oluyor.

Elbette Newroz krizine müzikal anlamda birçok Kürt teolojik katkısı var ama Türkçenin katkıları biraz daha sınırlı. Aslında geçen yıl Newroz’da yayınlamayı düşündüğümüz bir müzikti. Ama bizim dilimden şöyle çıkmayı başardı: “Barış savaşı bugündür, baharın teyzesi bugündür” mottosuyla yola çıktık.

Aslında şarkı Karadeniz müziğine özgü özellikler taşıyor ve içeriğinde ‘w’ harfi bulunan Newroz’u selamlıyor. Bu da bize Kazım Koyuncu’yu hatırlattı: Diyarbakır Newroz’unda Kazım Koyuncu’nun sahnede söylediği “Dağların çocuklarına deniz çocuklarından selam getirdik” sözü bizim için çok sembolik bir cümle. Karadenizliler dışarıda hep ırkçılık, milliyetçilik, linç gibi sözlerle anılırken, Kazım aslında bölgenin simge müzisyeni olarak Kürt halkıyla Karadeniz’de yaşayan halkların bir arada yaşaması yolunda değerli bir adım atıyor. . Bu, bölgedeki tüm Karadeniz müzisyenlerini etkileyen bir durum.

Elbette tek kelime bu değil; Kazım’ın bütün hali, üslubu, müziği, HES’lere karşı mücadele ettiği yer, konuşmaları, yazıları Karadeniz müziğine ve daha da önemlisi genç Karadeniz müzisyenlerine büyük bir ilham kaynağı olmuştur ve bu bize ilham veren bir şeydir. Hem bu saygıyı göstermek hem de devrim niteliğindeki müzisyenlikte bu bakış açısının devam ettiğini göstermek için böyle bir isim ile sembolize ettik. “A—b—C bu gece devrim olacak” haykırışlarının coşkusunu tüm coğrafyaya aktarmaya çalıştık.

“ŞARKILARIMIZIN HEPSİ BİR DÖNEMİN ŞAHİTLERİDİR”

Yine ‘We Break This Game’ müziğine gönderme var sanırım?

Bu, Tatar Ramazan’dan alıp çoğul hale getirdiğimiz bir dizeye dayanıyordu. Aslında bütün müziklerimiz bir dönemin tanığıdır. Sınıf çalışmaları konusunda bire bir modül olmamız şahittir. ‘Ferman-Derman’ diyalektiği de bir sınıf gerilemesine dayanmaktadır. Sadece tanıklık etmek için olsaydı, kederimiz bir ayna işlevi görürdü. Ama bu dünyayı değiştirmek için bir aynaya ve bir çekice ihtiyaç vardır. Çekicimizin kendisi o motto haline geldi ve “Sizin fermanınız varsa ilacınız da bizde” çelişkisini müzikte formüle ettik.

‘ALgoritma tarafsız değildir’

Ayrıca telif hakkı iptal edilmiş Copyleft tartışmasını bir şekilde yürütüyorsunuz. Müziğinizi herkes için erişilebilir hale getiriyorsunuz. Ancak bu telif sorununa sol el alternatifi daha önce Mp3 bölümünde daha kolay yapılabilirdi. Artık Spotify veya YouTube gibi platformlarla işler biraz daha karmaşık hale geldi. Bugünlerde çalışmalarınızın ‘telif hakkı’ veya daha kabaca ‘mülkiyeti’ üzerine bu tartışmayı nasıl yapıyorsunuz?

Copyleft, kamu sponsorluğu ve eşitlik. Bunlar her albümdeki temellerimizdir. Bunları bir arada ele aldığımızda ortaya bir bütün çıkar. Başkentin Mp3 dönemini kırma çabası olarak, telif hakkı işi, akış atılımıyla kısmi bir düşüş yaşadı. Sadece müzik alanında değil, tüm fikir eserlerinde bir copyleft tedbiri geri çekilmiş, bir tedbir sistem tarafından emilmiştir. Mesela ‘telif hakkı olmayan müzik’ piyasası ortaya çıktı! Telif hakkının temel işlevinin devlet ve kurumsal egemenlik olduğu fikri içselleştirilmeli ve copyleft’in bu sistemi yıkma çabasıyla ilgisi güçlendirilmelidir.

Ama şimdi özellikle her yerde başka denemeler var. Çünkü insanlar şunu anladı: Evet, Spotify’da 70 milyon şarkı var ve “Şarkılarımız Sezen Aksu ile aynı platformda!” Hikaye aslında bir yanılsamadır. Çünkü bizim müziğimizi dinleyecek bir algoritma yok. Hatırlamakta sorun yok: Algoritma tarafsız değildir. İnternetin ‘demokratik’ cilası yavaş yavaş sökülürken, bu bahis üzerinden yurt dışında Spotify’a karşı çeşitli mücadeleler veriliyor. Spotify’da Adalet(4) gibi kampanyalar var. Bunlar tamamen ekonomik temelli doğal kampanyalardır. Sorunun daha sistemik kısmıyla ilgileniyoruz.

Bunu da yine kendi kollektifimizin bir çalışması olan Şubadap(5) içerisinde yer alan bir uygulama ile denemeye başladık. ‘FebruaryApp’ diye insanların erişebileceği reklamsız ve ücretsiz bir uygulama koyduk. Bu sayede kişiler YouTube ve Spotify’a hiç girmeden müzik dinleyebilecek, cache’e kaydedip internetsiz dinleyebilecek. Çünkü bu müzikler toplumun özgürleşme çabasının müziğidir. Bunu kimden saklayalım? Neden bir firma, bir reklam koyalım? Evet, yapmalıyız, hala YouTube ve Spotify’a ihtiyacımız var. Bunu bir çelişki olarak görüyoruz ve biz de bu çelişki içindeyiz. Bir ayak içeride, bir ayak dışarıda. Bunun gücüyle, içeridekilerle birlikte gerçeklerin ortaya çıkması için itici güç yaratmamız gerekiyor. Bu sebeple kolektifimizin tüm gruplarının müziklerini icra edecekleri bir platform da oluşturacağız. Elimizden gelirse bu dinleme ortamını diğer devrim niteliğindeki müzik gruplarıyla da paylaşmaya çalışacağız.

“SAVAŞ VE SANAT HER ZAMAN AYNI ANDA HAREKET ETMEZ”

Albümünüzün çıktığı yıl aynı zamanda Praksis’in 11. yılı. Ancak tam 11 yıl yaşadığımız ülke için tarihsel anlamda oldukça değişken ve kritik yıllardı. Geçmişten günümüze baktığımızda Praksis’in öne çıkan yönlerinden biri de her zaman müziklerini kendi uğraş alanlarına taşımak ve orada icra etmek olmuştur. Bu konudan genel olarak bahsedebiliriz herhalde ama asıl sormak istediğim şu, bu yıllarda müzik yaparken bu alanda gelişigüzel bir değişim/metamorfoz gözlemlediniz mi? Burada değişen/değişen bir ilgi olabilir, biçim olabilir… 11 yıldır sahada olmanın özü nasıldı?

Müziğimizin bir çaba modülü olduğunu savunuyoruz ve müziği tek başına sunulan, insanların sadece seyirci konumunda olduğu bir şey olarak değil, öznelleştirici ve güçlü bir eylem ve özgürleşme çabası modülü olarak gördük. Aslında bunu en şiddetli şekilde Gezi döneminde gördük. İlginç olan Gezi’de yayınladığımız müziği Gezi’den önce yapmış olmamız. Yani o zamanlar bu kadar ‘direniş’ ve ‘isyan’ müziği insanlara gerçek gelmiyordu. Ancak ülkede milyonlarca insanın TOMA’ya taş attığı bir dönem yaşadık. Bu yüzden o müzikler yerine oturdu. Aslında bu bize bazı bilgiler veriyor: Çaba kültürü-sanatı ve çabanın kendisi elbette çok bağlantılı, ancak her zaman aynı anda yürümeyebilirler. Biraz ondan önde, biraz başkasından önde. Bu nedenle gündemin ötesine geçen, ufku gören üretimler üretme motivasyonunu her zaman sürdürmek gerekiyor.

Bizce tarih 7 Haziran 2015. Gezi sürecinin tüm etkisi kaybolur, küçük bir seçim onu ​​içine çeker, bir yandan da ülkede birkaç ayda bir çok travmatik olaylar yaşanıyor, devlet baskı sistemini sertleştiriyor, ve siyasi oluşum ve hak arayışı başta olmak üzere tüm sosyal, sanatsal dernekler. Üzerinde formları çökmüş açık bir faşizmin tepeden tırnağa balyozunu yaşadık, hatta bu süreç halen devam ediyor.

‘BİZİMLE SAVAŞANLAR BİZİ ARIYORDU, ŞİMDİ BİZ ONLARI ARIYORUZ’

Burada tam ortasına inmek gerekirse, muhtemelen imkansızlıkların yarattığı olasılıklara içeriden atıfta bulunabiliriz. Sosyal alanda oluşan büyük baskıların yarattığı imkansızlıklar sonucunda mekanın daralması bazen gürültülü olabilen farklı boşlukların açılmasına yol açabilmektedir. Bu imkansızlıkların kültür-sanat ve özelde Praksis anlamındaki olasılıkları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

İlk şey oldu: 2013’te diyelim ki telefonlarımız susmadı, Praksis ayda 10-15 konser verirken, 2015’te roller değişti. Şu anda “Biz oraya gelip mücadelenizi desteklemek istiyoruz” diyoruz. Mesela Akbelen’de direniş var, Flormar’da grev var; Onlar bizi Flormar’dan değil, biz Flormar’ı arıyoruz: “Arkadaşlar biz Praksis Müzik Grubu olarak gelip oraya müzik katmak istiyoruz. Çünkü biz ancak Flormar direnişinden öğrendiklerimizle bu müzikleri yapabiliyoruz. aynı zamanda direnişinize katma hevesi.. O diyalektik bağı kurabiliriz. .

1. https://www.youtube.com/watch?v=o06_sIjhzbg&ab_channel=PraksisM%C3%BCzikGrubu
2. https://www.youtube.com/watch?v=UsYFNNWMGnA&ab_channel=PraksisM%C3%BCzikGrubu
3. https://www.gazeteduvar.com.tr/midillinin-multeci-gundemi-balkona-bayrak-asmak-eskiden-ayiplaniyor-makale-1595167
4. https://www.unionofmusicians.org/justice-at-spotify
5. https://sabadapcocuk.org/

korkuteli-haber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu